Sert kış aylarında yağan lapa lapa karın ardındaki suskunluğun acı uğultusunu; yemyeşil canlanmaya hevesli bir nergisin yaprağına, ağustos böceklerinin huzurlu seslerine dönüştüren mevsimdir ilkbahar. Sanıldığından daha zor ve aşamalı bir döngüdür. Önce kışın öfkesinden kurtulmaya çalışır yeryüzü. Bazen solup gitme tehlikesine rağmen erkenden açar çiçeklerini çünkü her tehlikenin ardında bir kurtarıcı da vardır. Baharın kurtarıcısı ise sıcak, güneşli günlerdir. Hava ısındıkça kış hafifler, hafifler ve hafifler… Sonraki perde doğadadır. En ihtişamlı çiçeklerini çıkarır sahneye; bazen bir erik ağacında bazen ufak bir gelincikte şovunu yapar. Sanki her yer rengarenk kostümler giymiştir sahneye çıkmak için. Olağanüstü bir kokuyla karşılarlar seyircilerini. Onları izledikçe şaşıp kalır çoğu; kışın acımasızlığının nasıl da hızla bitip yerini ümide bıraktığına. Çoğu ümidi mavilik sanır, belki mavi bulutsuz bir gökyüzü belki mavi bir menekşe; oysa ki o mavilik her zaman içimizde aydınlanmayı bekleyen bir umuttur.
Mavi çiçeği arıyorum,
Arıyorum ve bulamıyorum,
Mutluluğum onun içinde,
Tomurcuklandığını düşünüyorum.
Arpımla dolaşıyorum
Ülkeleri, şehirleri ve nehirleri,
Dünyanın her yerini
Görebilir miyim diye mavi çiçeği.
Uzun zamandır gezip dolaşıyorum,
Umuyorum ve inanıyorum,
Ama ah, hala hiçbir yerde
Görmedim mavi çiçeği.
Eichendorf
Benim için ise mavinin en ihtişamlı tanımı ‘en yüksek duruluğuyla adeta çekici bir hiçliktir’. Farkında olmadan her yerde onu ararız, bizi kendine çeker. Bazen mavi gözlü bir insanda, bazense de deniz maviliğinde buluruz. Belki de ılık bir mayıs gecesinde, onu arama yolunda bizi aydınlatacak olan ateş böcekleri kendini gösterir.
Mayıs, Roma mitolojisinde büyüme tanrıçasını ifade eder ve bu güzel ayda yetişen en narin çiçek ‘Hosta’ çiçekleridir. Hostalar’ın kökeni eski bir Çin efsanesine dayandırılır: Eski Çin’de ünlü bir flüt sanatçısı yaşarmış. Ay ışığının olduğu bir gecede flüdünü çalarken yanına bir peri yaklaşmış. Ona periler prensesinin kendisi bir kez daha dinlemekten memnun kalacağını söylemiş. Bunun üzerine adam bir kez daha çalmış. Peri kendisine teşekkür etmek için saçındaki topuzdan bir saç iğnesi çekmiş ve ona doğru fırlatmış, sonra da gökyüzüne doğru uçup gitmiş ama flütçü iğneyi yakalayamamış. İğne yere düşmüş ve kırılmış. Flütçü buna çok üzülmüş. İğnenin düştüğü yerde çiçekleri iğneye benzeyen bir çiçek büyümüş ve bu yüzden sanılır ki hostaların çiçekleri son derece zarif, nazik ve perinin saç iğnesi gibi kırılgan görünmekte.
Perilere bu güzelliği atfeden bir tanrıça vardır: Roma mitolojisinde anlatılagelen olağanüstü güzellikteki tanrıça Venüs, 3 ayrı perinin korumasıyla dünyaya gelmiştir. Flora, yeryüzündeki tüm çiçeklere ve bahara hükmetmiş efsanevi bir karakterdir. Bu gücünü aşktan, yani rüzgar tanrısı olan eşi Zephyros’dan almış olduğu söylenir. Tanrıçanın yüce aşkının meyvesi olan bahar, dünyanın dört bir yanını saran muhteşem bir manzara oluşturur. Fikrimce, ‘baharda aşk başkadır’ sözü de bu iki ilahi aşığa ithaftır. Baharın en güzel yanı da budur; aşk. Uzun zamandır inzivaya çekilmiş olan aşk, baharla beraber uyanır insanın kalbinde. Ona uçsuz bucaksız bir bahçe sunar, yeşerdikçe yeşerir, çiçek kokularıyla herkesi büyüler. Ne yazık ki bu ihtişamlı gösteri için çok az bir vakti vardır. Onun ardından sonbahar gelecektir. Çiçeklerle beraber ağaçların da yaprakları bir sevgiliye veda edermiş gibi döker gözyaşlarını. Fakat bu sevgili bahara göre veda değildir, inzivadır. Doğa yorulmuştur, kabuğuna çekilip bir sonraki ihtişamlı baharda sahneye çıkabilmek için kendini yenilemeye çabalar.
Ağlamayın müthiş şeyler solduğunda! Yakında gençleşecek yeniden! Üzülmeyin kalbinizin melodisi sustuğunda! Yakında bir el bulacak kendini akort eden!
Friedrich Hölderlin, Hyperion
