Largehetto, moderato, vivace, prestissimo... Ya da daha basit hali ile "tik, tik, tik, tik, tik..." "Ölçü" ve "düzen". Bu ses başladığında tezcanlı olmak nafile, yavaşlamak ise imkansız!
İpe dizilmiş birer boncuk, her boncuğun arasında boşluklar. Her biri attığım adımları hatırlatıyor bana. Bazen usulca, parmak uçlarımda su içmek için kalkıyorum gece yarısı. Bazen umarsızca yetişmeye çalışıyorum akıp giden zamana koşarak. Hepsine bir düzen hakim, benim göremediğim bir düzen. Vücudum bütünüyle bir metronom, benliğim ise daha körpe bir müzisyen. Ritmi kaçırıyor, zamanı geri kazanmak istiyorum. Baştan başlamaya vaktim yok, kaldığım yeri ise unutuyorum. Tuşlarında gezindiğim piyanoya her zaman penceremden ay ışığı vurmuyor, karanlık beni hızlanmaya zorluyor. Ne zaman kendime durmak bilmeyen metronomumla bir tempo tutsam vuruşum belki güçleniyor, belki zayıflıyor, ölçüyü elimden kaçırıyorum.
Hayat da böyledir çoğu zaman. Kendine has vuruşları vardır. Hayatı yakalamaya çalışmak metronomun hızına ayak uydurmaya çalışmak gibidir. Hayat hızlandıkça vuruşlarını hızlandırmak, yavaşladıysa yavaşlamak gerekir. Büyük bir orkestrada ritmi takip edememek, vahşi ve karanlık bir ormanda sürüyü kaybetmek ve hayatın vuruşlarını kaçırmak tamamen aynı etkide ve düzeyde tehlikelidir. Kendimize çizdiğimiz patikada adımlarımızın hızını belirleyen hayattır. İşte bu yüzden hayat, bir metronom gibi tikleyerek zamanımıza yön verir. Hayatta bir virtüöz olmak, hayatı yaşayabilmek demektir.
Tabii hayatta duyamayan insanlar da vardır. Bahsettiğim duyamama eylemi, somut anlamında işitme kaybı demek değil. Metronomu yakalamak için duyma kabiliyeti gerekir, aynı hayatın size getirdiklerini görebilmek için vuruşlarını duyabilmek gibi. Müzik kulağına sahip olmak tamamen böyle bir şeydir. Müzik kulağına sahip birisi nasıl metronomu dinlemekte iyiyse, hayata karşı kulakları duyan birisi de vuruşları dinlemekte iyidir. Bu bazen bahşedilmiş bir yetenek, bazen de kişinin geliştireceği bir şeydir. Hiçbir zaman iyi bir gelişim, bahşedilen yeteneğin gölgesinde kalmayacak, belki de çok daha iyi yerlere gelecektir.
Gün içinde hızları değişen vuruşları yakalamak öyle zordur ki. Bazen gece su içmeye kalkmak ve zamana karşı koşmak aynı 24 saat içinde yapılır. Nasılını anatmak bana düşmeyecektir elbet, söyleyebileceğim tek şey hazırlıklı olmak. Bu zorlukların karşısında iyi bir müzisyen olabilmek soğukkanlı olabilmeyi ister. Bahsettiğim gelişim de tam olarak burada ortaya çıkar. Müzik kulağına sahip olmak doğuştan gelir ama soğukkanlılığı sadece çalışma ile elde ederiz.
Yaşadığımız sarsıcı olaylar hayatımızın orkestra şefidir. Baton ise şeften ziyade bu olayların ana kahramanı olan bizim elimizdedir. Her ne kadar hayatımıza yön veren şey yaşadıklarımız olsa da, yaşanılanları yönetme kabiliyetine sahibiz. Bu kabiliyet çoğu zaman törpülenmek, şekil almak ister. Baton, bir sihirli değnek değildir elbette, kullanabilmek için de çaba göstermek gerekir.
Ve hayat belki de bir seferlik bir şans tanır bütün müzisyenlerine. 4/4'lük vuruşlar bazen karşımıza çıkar. Onları yakalamak, görmek ve elde tutabilmek hiçbir zaman bir bağış değildir.